10 Eylül 2017 Pazar

Katilin Doğuşu: Bölüm 2 • Kısa Korku Hikayesi - Korku Merkezim

Öğretmen anlatmaya devam ediyor, ağzından kelimeler dökülüyordu ancak dinleyeni çok azdı. Konuşma uzadıkça daha da sıkıcı hale geliyordu. Konuşması bitince ön sırada oturan iki kişiyi sahneye çıkardı.

''Aranızda doğaçlama kısa bir tiyatro oyunu yapmanızı istiyorum.'' Dedikten sonra sahnenin arkasına çekildi.

Ortada duran iki çocuk birbirleriyle bir süre bakıştıktan sonra, uzun boylu olan ilk başlamaya karar verdi.

''Bugün işe neden geç kaldınız bayım? Size önceden de dememiş miydim? Artık daha çok burada çalışmanıza izin vermemem... Kovuldun!'' Oyunculuğu çok yetenekliydi. Sanki yıllardır tiyatro sektöründe gibi...

''Nasıl olur? Kovmayın beni.'' Dedi karşısındaki çocuk. Ancak ne sesi duyuluyor, nede sesine duygu katabiliyordu.

Biraz daha devam ettikten sonra öğretmen bu iki çocuğu geri yerine oturttu. Sıradan herkesi ikişer ikişer kaldırmaya başladı. Bazıları ne kadar güzel rol yapsa da bazıları hiç rol yeteneğine sahip değillerdi.

Sıra Louis'e gelince, öğretmen Louis ile Kate'i beraber sahneye davet etti. Louis ilk karşısındaki kızın role başlamasını bekledi ama o başlamayınca Louis başlattı. Ağzından bir şeyler çıkıyordu ama ne dediğini bilmiyordu. Tek düşünebildiği, katliamı bu konferans salonunda yapabileceğiydi. Duvarlar yalıtımlıydı, silah sesi veya çığlıklar dışarıya zor duyulurdu. Odada pencere olmaması ise bir başka avantajdı.

Yaptıkları doğaçlama bittiğinde Louis daha ne söylediğini bile hatırlamıyordu ancak tüm salon onları alkışlıyordu. Demek ki gerçekten iyi rol yapmıştı. Salondakiler onları alkışlarken Louis nefesinde bir daralma hissetti. Ciğerlerinin üstünde sanki bir ton ağırlık vardı. Nefes alamıyordu. Nefes almaya çalıştıkça öksürükle aldığı nefesi geri ciğerlerinden çıkarıyordu. Vücudunun çok sıcak olduğunu hissedebiliyordu. Başı dönmeye başladı. Dizlerinin üstüne düştüğünde öğretmen ve salondakiler durumun ciddiyetini yeni anlıyordu.

Kate tedirginlikle Louis'in yanına çöktü. Ne yapacağını bilmiyordu. Çok zaman geçmeden Louis bilincini kaybetti.

Louis, Kate'in dizlerinin üstüne bayılınca öğretmendeki telaş arttı. Tüm öğrenciler 911'i arıyor, ambulans yardımı istiyorlardı.

Louis, yanındaki kalp kontrol cihazının biplemesiyle uyandı. Ağzında oksijen maskesi takılıydı. Etrafına bakınca annesinin, babasının ve Kate'in orada olduğunu gördü. Kate'in orada olduğunu görmek onu şaşırtmıştı. Seslenmeye çalıştı ancak ağzındaki maske engel oluyordu. Yine de biraz homurtu çıkartmak yetmişti. Hepsi oturduğu yerlerinden kalkıp Louis'in hastane yatağının etrafına toplanmıştı.

Annesinin yüzünde ki derin endişe ve hüzün net bir şekilde görülebiliyordu. Artık her şey başlamıştı. Kanserin son evresi tohumlarını veriyordu. Vücudundaki uyuşturucu ilaçlar başının dönmesine neden oluyordu.

Annesinin yaşlı gözlerine odaklandı Louis. Annesi de ona bakıyordu.

''Kemoterapiye başlayacağız. Artık başlamak zorundayız. Kemoterapi ile hayatın kurtulabilir. Hiç olmazsa uzayabilir.'' Diye söze girdi babası arkadan.

Louis itiraz etmek için ağzındaki maskeyi boynuna indirdi. Konuşmak için ağzını tam açıyordu ki babası tekrar konuşmaya başladı.

''Senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum. Bizim için de zor ancak anlamak zorundasın. Küçük bir sansın var. Bu şans sayesinde tekrar eski hayatına kavuşabilirsin. Hastaneye yatışını yaptırdım bile. Her şey daha iyi olacak.''

Louis yapabileceği bir şeyin olmadığının farkındaydı. Babası kesin kararlı biriydi. Eğer bir karar vermişse ondan vazgeçirmek imkânsız olurdu ama belki geciktirebilirdi.

''Haftaya başlasak olmaz mı? Bir hafta boyunca yapmak istediğim ve yapamadığım şeyleri yapsam nasıl olur? Sonra hastaneye yatışımı yaptırırsınız.''

Babası bir süre düşündü. Babası düşünürken Louis'in arkadaşı Kate tatlı sesiyle rahatlatıcı bir şekilde konuştu.

''Senin için üzgünüm. Umarım iyileşebilirsin yoksa dünya büyük bir tiyatro oyuncusunu kaybedecek''

Kate'in sesi Louis'i rahatlatıyordu. Onun hastaneye gelmesi şaşırtmıştı ancak bir yandan da mutluydu. Daha önce hiçbir arkadaşı onu önemsememişti. Doğrusu daha önce hiç yakın arkadaşı da olmamıştı.

''Louis'' diye seslenince babasına döndü. ''bir hafta. Sadece bir hafta veriyorum sana. Bir haftanın ardından itiraz etmeden tedaviyi kabul edeceksin tamam mı?''

Ona bir hafta yeter de artardı bile. Başıyla onaylayıp babasına gülümsedi. Ziyaret saati bittiğinde herkes dışarı çıktı. Louis kafasını dinleyebilecekti. Gece boyunca uyumayıp kafasından yapacağı katliama yönelik senaryolar kurdu. Sabaha doğru güneş ilk ışıklarını saçarken, fark etmeden uykuya dalmıştı.

Yağmur damlalarının altında uyandı. Etrafına telaşla bakınıyordu. Ayakları ıslak sahil kumuna basıyordu. Hemen yanında dalgalarla gümbürdeyen bir deniz vardı. Nasıl buraya geldiğini bilmiyordu. Nereye gideceğini bilmiyordu. Karanlık denize bir daha baktı. Uzaktan gelen kocaman bir dalga vardı. Normalden çok daha büyüktü. On katlı bir bina kadar... Kaçmak için koştu ancak kum ayaklarının altında kayıyordu. İlerleyemiyordu. Ne kadar hızlı koşarsa koşsun hala olduğu yerde kalıyordu. Kapana kısılmıştı. Ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Dalga gittikçe yaklaşıyor ve büyüyordu.

Kan ter içinde yatakta uyandı. Derin derin nefes alıyor, rüyanın gerçek olmadığı için rahatlıyordu. Daha önce hiç bu kadar gerçekçi rüya görmemişti.

Tekrar uyumaya çalıştı ancak nafile. Uykudan eser kalmamıştı. O da sonsuz gibi gelen bir süre boyunca odaya birisinin gelmesini bekledi. En sonunda kapı açıldı. İçeriye genç bir hemşire girmişti.

''bugün nasılsınız?'' diye sordu kibarlıkla. Bir yandan konuşuyor bir yandan da önündeki dosyayı inceliyordu.

''Birazdan taburcu olacaksınız o yüzden isterseniz serumunuzu çıkaralım.''

Louis başını onaylarcasına hafifçe salladı. Hemşire soğuk eliyle Louis'in kolunu tutup kolundaki iğneyi yavaşça çıkardı.

Rahatlamış hissediyordu. Artık hastaneye bağlı değildi. Yataktan kalkıphemşirenin ''Dur'' bağırışlarına aldırmadan koşmaya başladı. Koşup hastanedençıktı.  
Şimdi yapması gereken bir şey vardı. Kolundaki saate baktı saat sabah altıyı gösteriyordu. Bu onun için iyiydi. Dükkânlar daha açılmamıştı. Soygun için en ideal zaman...

Hastanenin yanından sağa dönüp hızlı adımlarla yürüdü. Bir dükkan arıyordu. Avcılık dükkanı... Uzun bir yürüyüşün ardından aradığı dükkanı bulmuştu. Issız bir sokağın köşesindeydi. Kepenklerle kapatılmıştı.

Ne yapacağını tam olarak düşünmemişti. İçeriye nasıl gireceğini bilmiyordu. Kepenkleri çekerek açmaya çalıştı ama normal olarak açılmamıştı. Kepenkler dev bir asma kilit ile kilitliydi.

Ardından aklına bir fikir geldi. Dükkanın yanındaki basamaklara oturup beklemeye başladı. Dükkan açılana kadar bekledi. Sonunda kırklı yaşlarda iri bir siyahı adam geldi. Louis'i görünce yüzüne bir gülümseme yerleştirdi.

''Dükkanın açılmasını mı bekliyorsun? Ancak sana üzücü bir haberim var. On sekiz yaş altı kişilere silah ya da patlayıcı madde satmamız yasak''

''Hayır'' dedi Louis. ''Sadece dürbünlerinize bakmak istiyorum.''

''İyi o zaman. Hadi içeri gel'' dedikten sonra adam kepenkleri ve kapıyı açtı. İçerisi tüfek, havai fişek, barut, mermi ve tabanca doluydu.

''Nasıl bir dürbün istersin?'' diye sordu adam.

''En ucuzunu alabilir miyim? Yanımda çok fazla para yok''

Adam arkasında duran cam tezgahtan, avuç büyüklüğünde bir dürbün çıkardı. Yeşil renkte bir dürbündü.

''Bu dürbünü sadece beş dolara alabilirsin. Biraz kalitesiz ancak işine yarar.''

''Tamam öyleyse alıyorum.'' Dedi Louis ve adamın elinde dürbünü almak için uzandı. Tam eline alacakken tutmayıp bilerek yere düşürdü. Dürbünün ön camı paramparça olmuştu.

''Lanet olsun'' diye söylendi adam. Yere çöküp kırılan parçaların arasından dürbünü aldı. ''Eğer beklersen tamir edebilirim ancak bu sana iki dolara patladı haberin olsun'' dedikten sonra ayağa kalktı.

''Üzgünüm. Sizi bekleyebilirim.'' Diye yanıt verdi Louis. Adam başka bir odaya geçtiği anda etrafına göz attı. Hemen yanında gümüş rengi Magnum silah duruyordu. Silahı bir hamlede montunun geniş cebine koydu. Sıra mermilerdeydi. Alt rafta duran mermi kutularına göz attı. Tam Magnum mermisini alacak iken adam arkadan, kapının yanından seslendi.

''O mermilere dokunma. Onları düzgün dizmek için çok uğraştım'' diye bağırdı. Ardından tekrar odaya girdi. Louis'in yüreği ağzına gelmişti ama yakalanmadığı için şanslıydı. Eğer silahı ya da mermileri çaldığını görseydi adam kesin polisi arardı. Eğer gerçekten sinirlenirse de onu alnının ortasından vurmaya çekinmeyeceğine emindi.

Bu sefer daha dikkatli davranarak mermileri almak için yere çöktü. Tam mermileri cebine attığı sırada uzun, koyu yeşil montunun yere sürünen kısmı kutulara çarpmış ve yüze yakın kutuyu domino taşı etkisiyle devirmişti.

Louis telaşla ayağa kalkıp, kaçmak için kapıya yöneldi ancak adam arkadan seslendi.

''Bir yere gitmiyorsun''

Adama baktığında elinde kocaman bir tüfek olduğunu gördü. Ucunu Louis'e doğrultmuştu. Korkuyla olduğu yerde durdu. Sağ cebindeki silahın görülmemesini sağlamak için eli hep sağ cebinin üstündeydi.

''Buraları sen topluyorsun. Burası yine aynı şekilde dizilene kadar çıkmak yasak. Anlaşıldı mı?''

Louis başıyla onayladı. Yüzüne bir tüfek doğrultulmuşken yapabileceği en akıllıca şey buydu. Kutuları toplamak için yere eğildi. Siyak, küçük ama ağır kutuları üst üste koyarken bir yandan da çaldığı silahın gözükmemesi için dua ediyordu. Adama her baktığında tek gördüğü yüzüne yakın tutulmuş bir tüfek namlusu oluyordu. Namlunun içindeki karanlık aynı Louis'in içindeki gibiydi. Oradan bakılınca ne mermi ne de barut gözüküyordu ancak ateş edildiğinde o mermi yüzünden çoktan ölmüş oluyordun. Louis şu anda ateş edilmeye hazır bir silahtı. İçinde mermi ve barut olan bir silah...

Kutuları dizmeyi bitirdiğinde, iri adam tüfeği Louis'in yüzünden çekmişti.

''Git ''dedi duygusuz bir ses tonuyla. Louis gitmek için kapıya yöneldi. Dizdiği mermileri yıkmamak için yavaş hareket ediyordu. Tam kapıya vardığı an arkasından şangırtı sesi geldi. Tekrar arkasını döndüğünde, dizdiği tüm mermilerin tekrardan yerle bir olduğunu gördü. Ne yapması gerektiğini düşündü ancak düşününce pek fazla bir seçeneği olmadığını fark etti.

''Tüm emeklerin yerle bir olunca böyle hissediyorsun'' dedi adam. ''Şunları topla ve ödeşmiş olalım''

Louis içinden adama aklına gelen her türlü küfrü ediyordu. Ölmek istemediği için bu küfürleri dışarı yansıtmaması gerektiğinin farkındaydı. O kadar canına susamamıştı. En azından şimdilik...

Hiçbir şey söylemeden tekrardan yere eğildi. Siyah kutuları üst üste dizmeye başladı. Bunu bitirmek öyle uzun sürüyordu ki bittiğinde bir saatten fazla geçtiğine emindi.

''Bir daha yıkmazsın umarım'' dedi imalı bir şekilde. ''şimdi dürbünü alabilir miyim?''

Adam dürbünü Louis'e uzattı. Louis ise cebinden çıkardığı yedi doları adama uzattı. Dürbünü aldığı anda hızlı bir şekilde dükkandan çıkmıştı. Biraz daha oyalanamazdı. Saate baktı. Üç saattir buradaydı.

Yavaş adımlarla eve doğru yürümeye başladı. Yürürken ne etrafında ki insanların ne de yanından geçtiği evlerin farkındaydı. Tek farkında olduğu şey cebindeki küçük silahtı. Onu bu hayatta tek mutlu edebilecek şeyin farkındaydı.

Eve geldiğinde annesini evde buldu. Kapıyı açtığı an oğluna sıkıca sarılmıştı.

''Neredeydin?'' diye sordu. ''seni hastanede bulamayınca korkudan ne yapacağımı şaşırdım. Baban iki saattir seni arıyor. Neden hiçbir şey söylemeden çıkıp gittin? Hem nereye gittin?''

Louis ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Nasıl bir bahane bulacağı hakkında en küçük fikri yoktu. Susmayı tercih etti. Susup annesinin yanından ayrıldı. Annesi ise hiçbir şey dememişti. Sadece arkasından bakmakla yetindi. Louis odasına doğru çıkan merdivenlere yöneldi. Odasını girdiği an kapıyı kilitledi. Onu kimsenin görmesini istemiyordu. Onun aldığı(çaldığı) şeyleri kimse görmemeliydi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder