12 Eylül 2017 Salı

Esrarengiz Okul • Kısa Korku Hikayesi - Korku Merkezim

Uyandığımda hava hâlâ karanlıktı. Bu kadar erken kalkmak hiç bana göre olmasa da okulun ilk günü geç kalmak istemiyordum. Uykulu bir şekilde merdivenlerden aşağı inerken burnuma kızarmış ekmek kokusu geldi. Annem ve babam çoktan kahvaltıya başlamışlardı bile. Onlara ''Günaydın'' dedikten sonra sofraya oturdum. Tam o sırada 9 yaşındaki kız kardeşim merdivenlerden hızlıca iniyordu. O kadar gürültü çıkarıyordu ki tüm sokağın uyandığına yemin edebilirdim.
''Jeff!'' diye bağırıp kolumu çekmeye başladı. Annem, ondan en az yüz kez ''abi'' demesini istese de hala ismimle hitap ediyordu.
''Ne oldu Leia?'' diye sordum beni çeken elini tutup. Elleri buz gibi ve yumuşaktı.
''Jeff, sana çok önemli bir şey demeliyim. Senin başlayacağın okulda hayaletler gezip öğrencileri öldürüyormuş. Ya sana bir şey olursa?''

Böyle hikâyeleri her zaman arkadaşlarından duyup koruyordu. Küçüklüğümden beri hayaletler her zaman bana saçma gelmiştir. Hiçbir zaman böyle bir korkuya kapılmamıştım ancak Leia'yı anlamaya çalışıyordum.

Kalkıp Leia'yı kucağıma aldım. Boyu yaşıtlarına göre daha kısaydı ayrıca hafifti. ''Hayalet diye bir şey yoktur canım. Ayrıca olsa bile bana bir şey yapamazlar.'' deyip alnından öptüm sonra eğilerek sandalyeye oturttum. Ancak Leia sakinleşmemişti.
''Ama ya gerçekten varsa? Sana bir şey olmasını istemiyorum.'' dedikten sonra hıçkırıklara boğuldu. Leia'nın beni düşünmesi mutlu ediciydi ancak sabahın köründe böyle bir ağlamayla karşılaşmak hiç motive edici değildi.
Annem Leia'yı sakinleştirmeye çalışırken babam da gözlerini devirip bana gülümsedi. Artık bu ağlamalara o da alışmıştı. Geçen ay New Jersey'den Kentucky'e taşındığımızdan beri her gün ağlıyordu.

Kentucky' e taşınmamızın sebebini ise size söyle anlatabilirim; Annem hastanede çalışan bir doktor ve babamda polis. Annemin çalıştığı hastanede yangın çıktıktan sonra hastane bir daha açılmadı ve orada çalışan herkes işsiz kaldı. Anneme bir süre sonra Kentucky'deki bir hastaneden iş teklifi geldi ve o da kabul etti. Ancak biz New Jersey'de kalmaya devam ettik. Ta ki babamın da tayini Kentucky' e çıkana kadar. Geçen ay ailecek Kentucky'de küçük bir kasabada derme çatma 2 katlı küçük bahçeli bir ev satın aldık ve Carryhall Lisesi adında yeni bir okula kayıt yaptırdık.

Yarım yamalak yaptığımız kahvaltının sonunda kardeşim biraz sakinleşmişti. Burnunu çekerek sofradan kalktı. Annem onu elinden tutup merdivenden çıkararak odasına götürdü. Odasından çıktığında saçı düzgün bir şekilde örülmüş ve ekoseli kırmızı eteğinin üstüne ütülü beyaz tişörtünü giymişti. Onun okulu annemin çalıştığı hastanenin hemen yanındaydı ve bu yüzden annemle birlikte gidip gelecekti. Yanıma gelip yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra kapıdan çıkıp arabaya doğru ilerledi.

Kahvaltımı yaptıktan sonra hazırlanmak için odama gittim. Yatağımın üstünde duran siyah pantolon, üstünde ''Carryhall Lisesi'' yazan kırmızı kısa kollu tişört ve arkasında okulun damgası olan siyah ceketten oluşan yeni formamı giydikten sonra saçımı taramak için aynanın karşısına geçtim. Lavabonun yanında olan tarağı aldım. Saçlarımı her zamanki şekline sokup spreyle sabitledim.

Odamdaki siyah sırt çantamı alıp tahta merdivenlerden aşağı indim. Babam da işe gitmiş olmalıydı çünkü seslenmeme rağmen hiçbir odadan cevap gelmiyordu.

Dışarı çıkmak için kapıyı açtığım anda dışarıdaki soğuk hava yüzüme vurdu. Rüzgâr ile birbirlerine çarpan ağaç yapraklarının sesi kulaklarımı dolduruyordu. Dondurucu soğuk ile yüz yüze gelmeyi beklemiyordum. Kollarımı kavuşturduktan sonra birlikte okula yürüyeceğimiz geçen yıl da Carryhall'de okuyan yan komşumuz Jason'ın evine doğru yürüdüm.

Jason, saçlarını yeşile boyatmış, göz kalemi kullanan, zayıf ve benim gibi orta boylu biriydi. Dışarıdan bakınca ne kadar soğuk bir kişiliği varmış gibi görünse de samimi biri olduğunu ilk konuştuğumda hissetmiştim.

Jason'ın evinin önüne geldiğimde o daha dışarı çıkmamıştı. Soğuk havada en az on dakika bekledim. Jason evden dışarı çıkabilmeyi başardığında sanki hiç geç kalmamış gibi elini omzuma atıp yürümeye başladı.

''Okulunu çok seveceğine eminim.'' dedi Jason

Kafamı sallayıp Jason' a döndüm. ''Sen öyle diyorsan öyledir.''

Yolun yarısından fazlası ormanın içindeydi. Zaten okul da ormanın içindeydi. Orman kimsenin daha önce ayak basmadığı büyük otlak alanlardan oluşuyordu. Gövdesi incecik ancak kendileri çok uzun olan ağaçlardan dolayı gökyüzü görünmüyordu. Ormana girdiğimiz anda güneş ışığı tamamen gözükmez hale geldi. Ormanın derinlikleri ise daha karanlıktı. Yürürken bitkiler yüzünden en az üç kez düşme tehlikesi geçirmiştim. Herhangi bir düzgün yol yoktu.

Jason okula yaklaştığımızı söyleyince ileri baktım. Evet, okulu görebiliyordum. Okul 16.yüzyıldan kalma şatolara benziyordu. Sarı boyalı duvarın üstünde siyah ve kocaman camlar vardı. Dört katlı ve çok büyüktü. Kapısında ise kocaman harflerle Carryhall Lisesi yazıyordu. Ürkütücü bir görüntüye sahipti ama insanı cezbediyordu.

Okulun hemen yanında bir bina daha vardı. Ancak okulla bağlantılı gözükmüyordu. Binanın etrafı elektrikli tellerle çevriliydi. Jason'a oranın ne olduğunu sorunca oranın ''hapishane'' olduğunu öğrendim. Keşke bu okula yazılmadan önce annem bana bunu söyleseydi çünkü hapishanelerden her zaman çok korkmuşumdur. İçinde yaşayan adamların nasıl suçlar işlediğini düşünmek beni ürkütüyor. Ama şu andan sonra okul değiştirmek gibi bir şansım yoktu çünkü her şey ayarlanmıştı bile. Ayrıca babama onlardan korktuğumu söylesem gerçekten çok gülerdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder