9 Eylül 2017 Cumartesi

Haritadaki Ada: Bölüm 3 • Kısa Korku Hikayesi - Korku Merkezim

''Hayır daha iki saat var dedim onu sakinleştirmeye çalışarak. ''Ancak hemen çıkalım. Oraya erken gitmemiz gerek.

Rose başıyla onaylayıp valizini kaptı. Bende sırt çantamı sırtıma taktım. Dışarıya çıktığımızda yağmurun yine aynı hızda devam ettiğini gördük. Hiç durmamıştı. Artık taksiye binmek zorunluluk halini almıştı.

Islanmamaya çalışarak ana caddeye kadar hızlı bir koşu yaptık. Ne kadar koşarsak koşalım ıslanacağımız kadar ıslanmıştık bile.

Üstümüzden sular akarken durdurduğumuz taksiye bindik. Taksi dışarıdan daha sıcaktı ve bu da beni rahatlatmıştı. Havaalanına doğru ilerlerken etrafımı izleyemeyecek kadar korkuyordum. Bir uçağa yağmur varken binmek dehşet vericiydi. Hele ki uçak korkun varsa.

Havaalanına varınca cebimdeki paradan yirmi iki dolar çıkarıp taksiciye uzattım. Oyalanmadan havaalanı güvenliklerinden geçtikten sonra beyaz ve sıralı sandalyeler olan bekleme alanına girdik. Rose heyecandan ben ise korkudan yerimde duramıyordum. Alnımdan soğuk terler akarken, Rose'da benim korkumu fark etmiş olmalı ki elimden tuttu.

''Emin ol uçak çoğu kara ulaşım aracından daha güvenlidir'' dedi sakinleştirici ses tonuyla.

Tabii ki benim sakinleşecek halim yoktu. Yirmi yıldır sürdürdüğüm korkuyu bir cümlede kenara bırakamazdım. Bırakmayı çok isterdim ama yapamazdım.

Uçağa piste indiğini anons ettiklerinde içimdeki dehşet bir tık daha arttı. Rose beni çekiştirerek dışarıya çıkardıktan sonra uçağa bineceğimiz yere gitmek için küçük bir servis otobüsüne bindik.

İlk kez yakından uçak görüyordum. Düşündüğümden daha küçüktü. Gövdesinde kırmızı yazılarla ''Lorder'' yazıyordu. İçeri girdiğimizde mor giyimli bir hostes bize yerlerimizi gösterdikten sonra benim sırt çantamı alıp yukarıdaki küçük bölmeye koydu. Rose valizini bagaja bırakmak zorunda kalmıştı çünkü fazla büyüktü. Fazla büyük olması o kadar da anormal değildi.

Yerlerimiz iki koridorun ortasındaydı. Pencereden, yükseldiğimizi göremeyeceğim uzaklıkta...

Uçak yükselmeye başlayınca kalp krizi geçireceğimi düşündüm. Korku ve heyecan birlikte kalbime basınç uyguluyordu. Ne kadar komik olacağını umursamadan kollarımı sevgilime dolayıp sarıldım. Onun sıcaklığı beni sakinleştirmişti. Kıkırdadığını duyabiliyordum ama umurumda değildi. Bir yıl boyunca benimle alay etmesi kalp krizi geçirmekten daha iyi bir seçenekti.

Uçak bir süre sonra sarsılmayı durdurdu ve sanki hiç hareket etmiyormuşçasına havada süzülmeye başladı. En korktuğum yeri bitmişti. Rose'a sarılan kollarımı açıp mahcup olmuşçasına önüme baktım.

''Çok tatlısın'' diye kıkırdadı. ''Seni küçük korkak bebek''

Onun benimle alay etmesine uzun süre dayanmam gerekecekti. Bir alay konusu bulunca sıkılana kadar bununla dalga geçerdi.
''Kes şunu'' diye söylendim önüme bakmaya devam ederek. Rose o anlık dalga geçmeyi bırakmış gibi görünüyordu. Cebindeki Paris el rehberini çıkarıp okumaya başladı. Arada sırada benim duymamı istediği bilgileri sesli biçimde okuyordu. Otel paraları ya da restoran gibi yerleri...

Aradan uzun zaman geçti. Ben pencereleri görmemek için yüzümü sağa ya da sola çevirmemeye ısrar ediyordum. Yemek geldiğinde Rose anında bifteğe daldı. Heyecan onu acıktırmış olmalıydı. Ben ağzıma bir lokma bile alamayacak haldeydim. Uçak benim midemin bulanmasına neden olmuştu. Arabada, çok uzun yolculuklarda bile midem bulanmazken birkaç saat uçak yolculuğunda midemin bulanması beni güldürdü. O sırada gülmeye çok ihtiyacım vardı çünkü endişeliydim. Endişemi bastırmak için gülmek bana iyi gelmişti.

''Ne oldu?'' diye sordu Rose ağzı dolu bir şekilde.

''Yok bir şey'' dedim hala kıkırdarken.

Rose umursamadan önündeki yemeğe geri döndü. Onun yiyişini izledikçe aklıma avından parça koparan aslanlar geliyordu.

Sonunda pilottan anons duyuldu. İniş anonsu. Ellerimi kemerin kayışlarına götürüp hızla taktım. Bu sefer hazır olduğumu hissediyordum. Kalkış kadar korkmayacağıma söz verdim ve bu sözü tuttum.

Valizi alıp havaalanından çıkınca nereye gideceğimiz hakkında bir fikrim yoktu. Ancak Rose'un bir planı olduğundan emindim. Elinde gezi rehberinin haritasını açmış izliyordu.

''Amcamın evine gitmeden önce Eiffel Kulesine gidebilir miyiz?'' diye yalvardı. Sesini çocuksu bir tona dönüştürmüştü.

İtiraz edecek halim yoktu zaten ben de Eiffel Kulesi'ni görmek istiyordum. Gülümseyerek başımla onayladım.

Rose heyecanla ellerini çırptı. Ardından bir taksi durdurdu. Taksiye binmekten her ne kadar nefret etsem de (çünkü param azdı) binmek zorundaydım.

Şoför bizi Fransızca bir kelimeyle selamladı. Ne dediğini anlamamıştım ayrıca umurumda da değildi. Rose onu anlamışa benziyordu. İkisi birkaç cümle konuştular. Tek anladığım Eiffel Kulesinden bahsettikleriydi.

Şoför arabayı sürmeye başladı. Dışarıdaki binalar Amerika'dakilerden farklıydı. Daha kısa ancak daha gösterişliydiler. Her bir dairenin balkonunda çiçekler vardı. Gerçekten renkli ve neşeli bir yerdi. Taksi ilerlerken fotoğraf çeken bir sürü insan görüyordum. En saçma şeylerin bile fotoğrafını çekenler...

Taksi durduğunda taksici bize doğru dönüp bir şeyler dedi. Ben yine anlamayınca Rose'a bakmaya başladım.

''yirmi dolar istiyor'' dedi gözlerini devirerek.

Çantamdaki cüzdanımdan yirmi dolar daha çıkardım. Paraların azalması beni tedirginleştiriyordu. Sonunda otel için bile para kalmayacak gibiydi.

Taksiden indikten sonra Eiffel Kulesi'nin en üstündeki bakır rengi birkaç demiri görebiliyordum. Görünüşe göre Eiffel Kulesi'ne yakın değildik. Maalesef yürümemiz gerekecekti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder