O evdeki yangında bende ölmeyi dilerdim. Ne yazık ki ben şanssız olan bireydim. Abim annem ve babam ölmüşken bana en küçük bir zarar bile gelmemişti evdeki büyük yangında. Evet, kurtulabilmiştim ama bu kurtulma sayılmazdı. Yüreğimdeki alevler yangının alevlerinden daha acı vericiydi. Ailemi kaybetmek daha acı verici...
Tüm düşüncelerim beynimde dönüp dururken kansızlığın bastırdığı uykuya dayanamayıp, hastanenin beyaz duvarına karşı gözlerimi kapattım. Daldığım derin uykuda tüm ailem oradaydı. Annem ve babam bizi izliyordu. Abimle ben ise bahçedeki potada basket oynuyorduk. Daha küçüktük. Abim beni koltukaltlarımdan kaldırıp potaya yaklaştırınca basket atmayı başarmıştım. Bu güzel zaferin ardından annem ve babam bana tezahürat etmeye başladılar. ''Stephan! Stephan! Stephan!'' zamanla coşkulu tezahürat sesleri yerini daha solgun bir sese bıraktı.
''Stephan, Hey Stephan. Uyan bakalım.''
Uyanmıştım. Karşımda beyaz önlük içinde yaşlı bir doktor duruyordu. Suratında bir sürü kırışıklı vardı. Adam gülümsemeye çalışınca yüzündeki kırışıklıklar artarak derisini bir maske gibi göstermişti. Oraya oturtulmuş yamuk bir maske... Adam büzüşmüş dudaklı ağzını açarak konuşmaya başladı. ''Daha iyi misin?'' diye sordu yumuşak bir biçimde.
Bir cevap veremedim. Bedensel olarak iyi olmama rağmen ruhsal olarak iyi sayılmazdım.
''İyi olduğunu varsayıyorum.'' Dedi doktor. ''Seni buradan alacak bir akraban var mı?''
Düşündüm. Tanıdığım bir akrabam... Evet, vardı. Noel'de yani birkaç gün önce bize gelen amcam George'u tanıyordum. Şehir dışında, küçük bir kasabanın içinde döküntü bir çiftlikli evi olan amcamı...
Küçük kasabanın adını hatırlıyor gibiydim. Evet, evet, hatırlıyordum. Noel'de amcam en az bir milyon kez o kasabadan söz etmişti. Talmore kasabasından.
Doktora kasabanın ve amcamın ismini verdikten sonra hala ihtiyacım olan uykuya bir kez daha atladım. Bu sefer rüya görmemiştim. Derin bir uykunun içindeydim.
Tekrardan uyandığımda bu sefer yaşlı yüzün yanına bir yüz daha eklenmişti. Şişman, kaba ve somurtkan bir yüz. Orta yaşlı bir adama ait olduğu belirgin bir yüz.
''Uyandın demek Stephan'' dedi şişman yüz. Evet, bu sesi hatırlıyordum. Rüyamın sersemliği geçtikten sonra bu yüzün amcama ait olduğunu pek tabi kavradım.
Vücudumu dirseklerim yardımıyla biraz kaldırdıktan sonra amcama baktım. Amcamın yüzündeki soğuk ifade tüylerimi ürpertiyordu. Aslında ona karşı nedensiz bir nefret duymuştum. Onu gördüğüm anda içime nedensiz bir nefret doğmuştu.
''Gidebilirsiniz'' dedi doktor. Elindeki dosyaya imza atma işini bitirmişti.
Kalkıp amcamı hastanenin uzun koridorları boyunca takip etmeye başladım. Amcam kilosuyla orantısız olarak o kadar hızlı gidiyordu ki ona yetişmem için bir süre sonra koşmam gerekmişti.
Sonunda hastaneden dışarı çıkınca, park yerine doğru ilerledik. Bir sürü araba olmasına rağmen hangi arabanın ona ait olduğunu anında bulabilmiştim. Taşralı biri için en uygun araba yüksek bir Jeep'ti. Her tarafı çamurla kirlenmiş bir Jeep.
''Benim sana kapıyı açmamı mı bekliyorsun? Gir hadi!'' diye bağırdı George Amca. O bana böyle bağırınca yüzüne bir yumruk geçiresim gelmişti ancak güçsüzdüm. On bir yaşındaki birine göre fazla güçsüz. O yüzden arabanın kapısını açarak arka koltuğa oturdum. Arabanın içi çok küçükken ailemle gittiğim hayvanat bahçesi gibi kokuyordu. İğrenç.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder